AK Parti'nin Kürt siyaseti

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Kuruluşundan itibaren dindar ve liberal Kürtlerin önemli bir bölümü AK Parti'ye destek verdiler.

Niye destek verdilerini soruyorsanız, sözü çok da uzatmadan ifade edeyim; AK Parti'yi yeni bir Anavatan Partisi, Tayyip Erdoğan'ı da yeni bir Özal olarak görüyorlardı.

Beklentileri, Özal döneminde radikal bir şekilde atılmaya başlanan Kürt sorununun çözümü ile ilgili adımların artık nihai ve kalıcı bir sonuca ulaşmasıydı.

Erdoğan'ın ilk dönemlerdeki bu konuya ilgili söylemleri, özellikle de 12 Ağustos 2005'te Diyarbakır'da verdiği mesajları umut vericiydi; sözleri yüreklere su serpiyordu:

'...Kürt sorunu ne olacak?' diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur...

Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her ülke geçmişinde zor günler yaşamıştır... O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz.

Büyük devlet, güçlü millet kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir.  

Bu sebeple; 

Cumhuriyet ilkesi ve Anayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de.


Ocak 2013'te başlayan çözüm süreci ise umutları daha da arttırdı.

Ne yazık ki çözüm süreci sonuca ulaşamadı.

Çözüm sürecinin ilk döneminde bizzat içinde yer aldım.

Sürecin eksik ve yanlışlarıyla neden başarısızlığa uğradığı ile ilgili birçok yazı yazdım. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Devlet, AK Parti, PKK, BDP, Gülen Cemaati, ABD, İran, İsrail, AB'nin bu sürecin başarısızlığındaki hisseleri ile ilgili görüşlerimi anlattım.

Tüm bunları burada bir kez daha tekrarlamayacağım.

Bugün geldiğimiz noktada (özellikle MHP ile ortaklıkla birlikte) maalesef, AK Parti'ye tekrar klasik (eski) 'devlet aklı' hakim olmuş durumda.

Bu 'akla' göre 'Türkiye'nin içinde ve dışında (Suriye, Irak, İran) yaşamakta olan Kürtler asla bir siyasal statüye sahip olmamalı. Kürtlerin bir statü sahibi olmaları Türkiye'nin bölünmesi demektir.

Bağımsız bir Kürdistan'a ise nerede kurulursa kurulsun ve bedeli de ne olursa olsun zinhar karşı çıkılmalı.'

Bu çarpık yaklaşımı TBMM'deki birçok konuşmamda defalarca eleştirerek, "'Kürtlerin bir çadırı olmasın, istersen benim evim yıkılsın!' diyorsunuz bu bakış açısı Türklerin de, Kürtlerin de felaketidir" dedim.

AK Parti, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin yaptığı 'Bağımsızlık Referandumu'na, ilk etapta bölünecek Irak Devleti'nden bile daha fazla bir tepkide bulundu.

Suriye'de ise AK Parti 'Biz Suriye Kürtlerine değil PKK'ye karşıyız' diyerek bir politika yürüttü.

Satır aralarında ise esas 'klasik devlet yaklaşımını' gizleyerek, PKK'siz bir statüyü kabul edebileceği imajını verdi.

Bunun böyle olmadığı 15 Şubat 2016 gecesi Habertürk televizyonunda Didem Arslan'ın yönettiği Türkiye’nin Nabzı programında, Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba ile yaptığımız tartışmada açık bir şekilde ortaya çıktı.

Sayın Fakıbaba, Suriye ve Suriye'deki Kürtlerin geleceği ile ilgili olarak şöyle söyledi:

...Türkiye PYD’ye neden karşı? 

Yani Azez niye önemli? Azez'e Türkiye niye bu kadar önem veriyor?

Suriye’nin kuzeyinde bir bağımsız Kürdistan kurma çabası var. Esas sorunun temelinde o var. Onu açık konuşmamız lazım. Yani Türkiye denize inilmesini istemiyor. 

Denize indiği takdirde Kürdistan Devletinin kurulması kaçınılmazdır. Bunu önlemeye çalışıyor Türkiye...

Türkiye’nin Kürtlerle ilgili bir problemi yok. Kendi iç güvenliği ile ilgili bir problemi var. Orda kurulacak bir devlet Türkiye’ye karşı bir risk oluşturuluyor.

Bölünme riski ortaya çıkıyor. Burada bir vekâlet savaşı var. Yaptırtanlar kimdir? Rusya, İran ve Amerika’dır...


Ben de, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti şu an Suriye’de Rojova’da bütün bir politikasını Kürtler’e kilitledi. Suriye ile ilgili can alıcı soru şu;

'Türkiye, PYD’ye ve PKK’ye mi karşı yoksa oradaki Kürtlere mi karşı? Daha açık bir soru sorayım da cevap verin.

Şu an PYD ve PKK oradan tasfiye olsa ve herhangi bir Kürt grubu; örneğin sizin hoşunuza gidecek şekilde liberal, İslamcı veya sosyal demokrat bir Kürt partisi gelse orada Federasyon kursa ve Türkiye'ye de dost ve kardeş olsa; bunu kabul ediyor musunuz?" diye açık ve net bir soru sordum.

Sayın Fakıbaba da aynı şekilde açık, net ve çok kısa bir şekilde;

"Ben 'hayır' diyorum" diye cevapladı.

"Niye 'hayır'? Yani Kürdün imamı da gelse müftüsü de gelse karşısınız!" soruma; yine aynı açıklıkla Fakıbaba:

"Bakın perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" dedi.

Ben de;

"Sayın Fakıbaba bu kadar açık bir cevap verdiğiniz için size teşekkür ediyorum.

Aslında, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan da Başbakan sayın Davutoğlu da 'Kuzey Irak benzeri bir oluşuma izin vermeyiz' diyorlar. 

Peki! Kuzey Irak’ta ne var şu an? 

Türkiye’nin en yakın dostu Sayın Barzani. Demek ki mesele, PYD, PKK meselesi değil. 

Kardeşim; Amerika’yla, Rusya’yla, Suudi Arabistan’la kafanı taştan taşa vuracağına gel biz Kürt sorununu Türkiye’nin içinde nasıl çözebiliriz buna kafa yoralım.

Birinci Dünya Savaşı'ndaki iradeyle, Kurtuluş Savaşı'ndaki iradeyle, 23 Nisan 1920'deki meclisin iradesiyle, Türk, Kürt, Sünni, Alevi... birlikte bir demokratik Türkiye kuralım. 

Bu demokratik Türkiye modelini Rojova’da da uygulayalım, Halep’te de uygulayalım, Musul’da da uygulayalım.

Arap da bizim kardeşimiz. Arap, Türk’ten Kürt’ten ayrı bir şey değil ki" dedim.

"Dedin de ne safi ettin?" diye soracak olursanız, maalesef hiçbir şey safi edemedim!

Bu durum halen aynı minval üzere devam ediyor ve 'aklını' başına alacak bir 'devlet aklı' da pek yakınlarda gözükmüyor!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU