Demokrat bir başkandan Trump'ın Ortadoğu politikalarını geri almasını beklemeyin

Beyaz Saray'ın bir sonraki sakininin İsrail-Filistin çatışmasının üstesinden geleceğini düşünenler, silkinip sanrılarından kurtulsa iyi eder

ABD'de Demokrat Parti'nin başkan adaylığı yarışında Bernie Sanders'la Joe Biden arasında çekişmeli bir rekabet yaşanıyor (Reuters)

Amerika'nın sağlık hizmetleri, fakirleri, siyahi ve İspanyol azınlıkları ya da Joe Biden'la Bernie Sanders arasındaki rekabet Ortadoğu'da beş para etmez.

Dahası -İsrail yanlısı lobiciler, liberal Yahudi gruplar ve muhtelif Müslüman kuruluşlar hariç- Amerikalı pek çok seçmen nezdinde İsrail'in ve Arapların korkularının da üç kuruş önemi yok. Ancak bölgede hem Müslümanlar hem de Yahudiler, geriye kalan üç Demokrat başkan adayının iki devletli çözüm önerileri, Batı Şeria'daki İsrail sömürgeleri ve Donald Trump'ın lütfuyla artık Kudüs'te bulunan ABD Büyükelçiliği hakkında ne söylediğini can kulağıyla dinliyor. Bizim de öyle yapma zamanımız geldi.

Her şeyden önce, Trump'ın ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma felaketini Demokratların tersine döndüreceğini düşünen her kim varsa umudunu kessin. Demokrat bir başkanın, Trump'ın yıkıcı politikalarını -sadece büyükelçilik konusunda değil, Ortadoğu'nun her neresiyle ilgili olursa olsun- öylece geri çekeceğini düşünenler, silkinip sanrılarından kurtulsa iyi eder. Tarih geriye doğru akmıyor. Demokrat Parti adaylarına sorulduğunda hiçbiri Trump'ın büyükelçilik kararını geri almayı taahhüt etmez; sadece Sanders elçiliği tekrar Tel Aviv'e taşımak hakkında belli belirsiz bir şeyler söyledi. Geri kalanlarsa, hatta rezil bir halde, Kudüs'teki büyükelçiliğin gelecekte İsrail-Filistin müzakerelerinin bir parçası olacağını -ki bu, ilk Oslo müzakerelerinin ya da herhangi bir Birleşmiş Milletler (BM) kararının katiyen parçası değildi- öne sürerek tırstı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bibi Netanyahu, Kudüs İsrail'in başkentidir, nokta, deyip tüm meselenin kapandığına inansa da Elizabeth Warren geçen ay Güney Karolina'daki münazarada kararın "İsrail ve Filistin'e" bırakılması gerektiğini ilan ederken muhtemelen iki devletli bir çözümde "başkentin" taraflara kalacağını ima etti. Dahası Warren, "Filistin"in aslında bir devlet şeklinde var olmadığının farkında olmalıydı.

Kendisi "Lakin iki devletli bir çözümün koşullarını belirlemek bize düşmez (...) Bunu yapmanın en iyi yolu, tarafların müzakere masasına kendiliğinden oturmasını teşvik etmektir" dedi. Büyükelçiliği Tel Aviv'e geriye taşıyıp taşımayacağı defaatle sorulduğunda Warren aynı şekilde tekrarlayarak "Tarafların başkenti belirlemesine izin vermeliyiz" diye konuştu. Sonrasındaysa, pek de anlaşılması mümkün olmayan bir şekilde, Madeleine Albright'ın 20 yıl önce yarım ağızla desteklediği, Ebu Dis köyünün Filistin'in "başkenti" olmasına dair gaddarca ve bayağı bir çözümü düşünüp düşünmediğini izah etmeksizin "başkentlere" göndermede bulundu.

Sanders, Netanyahu'yu "gerici ırkçı" diye nitelendirerek -şimdi bu açıklamayı yumuşatmayı tercih edebilir- elbette Arapların ilgisini, İsraillilerin (ve İsrail'in Amerika'daki sözümona dostlarının) da öfkesini celbetti. ABD başkanlarının çoğu siyonizmin en saldırgan haliyle karşı karşıya kaldıklarında, kendilerini en çok çileden çıkaranlarla aradaki ezeli dostlukları keşfediverip yumuşama eğilimi gösterir. Bununla birlikte Sanders, Biden ve Warren'ın kampanyalarında henüz yapmayı tercih etmediği şekilde, birçok vesileyle Filistin'in acısından ve haysiyetinden söz etti. Sanders'ın Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nin (AIPAC) "bağnazlığı" körüklediği tezi de İsrail yanlısı lobi grubunda muhtemeldir ki çok fazla öfke uyandırdı.

AIPAC Başkanı Howard Kohr, gerek Sanders'ın gerek Warren'ın -gerekse görünüşe bakılırsa Biden'ın, bunu yakında öğreneceğiz- bu yılki AIPAC konferansına katılmakla hiç de ilgilenmediğinin gayet farkında. Kohr'un Amerika'nın ilk Yahudi başkanı olabilecek kişiye yönelttiği ayan beyan ortada son açıklamaları ciddi bir incelemeyi hak ediyor. Kohr, "Seçmenler arasında sayıları artan ve sesleri yüksek çıkan hareketli bir kitle, ABD-İsrail ittifakının ehemmiyetini temelden reddediyor (...) Bu hareketin liderleri... İsrail'in kendini savunma hakkını desteklediklerini söylüyor. Ama İsrail ne zaman bu hakkını kullanmaya kalksa onu kınıyorlar" dedi.

Kohr burada, İsrailli liderleri korkutan Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketinden değil de Gazze'deki Filistinlilerin çektiği acılardan bıkmış, Amerika'da sayıları giderek artan -ve aralarında genç Yahudi liberallerin ön plana çıktığı- endişeli erkekler ve kadınlardan bahsediyordu. Sanders'ın -uzun yıllar önce İsrail'de gayet kabul edilebilir bir ifade olan- "sosyalizm" kelimesini akılsızca kullanmasından korkmayan bu kitle, öyle sanıyorum ki ABD'nin İsrail'in Batı Şeria'daki sömürge projesi karşısında sık sık askıya aldığı uluslararası siyasette ahlaklılık arayışında.
 


Kohr, "İsrail'i şeytan gibi gösteren" bir saldırı olarak tanımladığı, Sanders'ın İsrail hükümetini ve bu ülkenin şimdilerde yeniden seçilmesi eli kulağında başbakanını kınamasını açıkça hedef alarak "İsrail'in sahte dostlara tahammülü yok" diye devam etti. Geçen baharda Kohr, İsrail'e yönelik "yoğun nefretin" ABD siyasetinde uçlarda yer almaktan çıkarak merkeze oturduğunu ileri sürmüştü. Şimdiyse "...İsrail, ABD'yle dostluğuna güvenebiliyor" diyor.

Ancak hem George W. Bush hem de Obama, "Amerika'nın İsrail'in güvenliğine yönelik taahhüdünün istikrarlı, dolaysız (aynen böyle deniyor) ve güvenilebilir olmak zorunda olduğunu anlamıştı". Gerçekteyse -Washington'da ABD-İsrail ilişkilerine dair hangi tartışma olursa olsun çoğunlukla atlanan bir husustur ki- Netanyahu'nun ABD siyasetine sürekli müdahale etmesi, Başkan'ı atlayarak Kongre'ye kendi başına başvurması ve Kudüs'le Ürdün Nehri arasında Yahudi sömürgeler kurmak için durmadan Filistinli Arapların topraklarını çalmayı rafa kaldırma, bu meseleyi kapatma ya da bu işten vazgeçmeye karşı gösterdiği mutlak itiraz Obama'yı öfkelendiriyordu. Kohr'un bahsettiği Amerika'nın "dolaysız" desteğine ihtiyaç, tam olarak onun kastettiği anlama gelmiyor.

Şayet kullanmaya cesaret edebilseydi doğru kelime, "eleştirici olmayan" olurdu. Dahası Sanders eleştirmeyen biri değil. Deli gömleği gibi sıkan kurallarıyla ABD'de ciddi televizyon tartışmaları gözüyle bakılan o korkutucu münazaralarda İsrail'i ve onun grotesk şekilde başka bir halkın topraklarını işgal etmesini kınamak, -üzerinize antisemitizm suçlamaları boca edilmese bile- yasak bölge ve kabul edilemez bir davranış olarak görülür, hatta ahlak dışı sayılır.

Sanders bu saçma teamülü yıktı. Bu sebeple bir "sosyalist" (elbette bu kısmen onun suçu) ve bir "radikal" olarak -ki bu kelimeyi ihtiyar babam muhtemelen "Bolshie" diye tercüme ederdi- azledilmesi zorunludur. (Bolshie kelimesi İngiliz argosunda, Rus Bolşeviklerine atıfta bulunarak olumsuz bir sıfat olarak kullanılıyor -ed.n.) Seçim turundayken bazen öyle görünse de Sanders bir Bolşevik değil ve İsrail'e yönelik gerçek bir tehdit oluşturmasının sebebi, destekçilerinin gözünde dürüst olması ve dürüst görünmesidir. Sanders'ın Yahudi olduğu ve Amerika'nın liberal Yahudi toplumunun en cesurlarını temsil ettiği gerçeği, İsrail'in sağcı destekçileri için çok daha korkutucu.

Şimdi gelelim Obama'nın başkan yardımcısıyken Netahyanu'nun pabucunu dama attığı Biden'a... Netanyahu hükümeti, 2010'da Biden'ın resmi ziyaret için İsrail'e ulaşmasından hemen sonra işgal altındaki Filistin topraklarında bin 600 yeni yerleşim yerini pürneşe ilan etti. Netanyahu'yla yiyeceği akşam yemeğine öfkeli bir şekilde 90 dakika geç giden Biden ise kararı kınadı ve başka da bir şey söylemedi. Biden, bundan 4 yıl sonra sağcı Brookings Enstitüsü'ne bağlı Saban Forumu'nda hitap ederken de konuşmasında sürenin çoğunu İran'ı kınamaya, Obama'nın İsrail ordusuna yaptığı 17 milyar dolarlık maddi yardımı övmeye -bu yardımın tutarını günlük 8,5 milyon dolar olarak hesaplamıştı- ve Obama yönetiminin İsrail hakkında "taktiksel anlaşmazlıklar", "taktiksel ayrılıklar", "normal anlaşmazlıklar" ve "farklı bakış açıları" şeklindeki ciddi çekincelerinden dolaylı olarak bahsetmeye harcadı.

Biden anca 2014'teki söylevinin ta en sonunda, "yerleşim faaliyetleriyle inşaatların artmasını..ve saldırganların evlerinin yıkılmasını (aynen böyle diyor)", "amaca zararlı" bularak kibarca kınadı. Filistinlilerin "terör" saldırılarına, Yahudi yerleşimcilerin de "adaleti kendinden menkul saldırılarına" gönderme yaptı. Biden'ın başkanlığından bekleyebileceklerimiz de aşağı yukarı budur.

İhtimaldir ki Biden, Obama'nın fazlasıyla enerji harcadığı İran nükleer anlaşmasını Trump'ın mahvetmesini tersine çevirmeye çalışabilir ancak tıpkı Trump'ın ABD Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıma kararını eski haline döndürmeyeceği gibi, yine Trump'ın ileri sürdüğü inatçı ve meyus yöntemine benzer şekilde Obama'nınkinin yerini alacak yeni bir nükleer anlaşma arayışında olabilir.

Esas problem şu ki eski Demokrat adaylar -"liberal" ABD basınının kayda değer payı olmakla birlikte- Sanders'ın adaylık şansını yok etmek için birlik olurken, virüs kaynaklı ekonomik çöküş dışında Trump'ın Biden'ın adaylığı hakkında endişelenmek için fazla zaman harcaması pek de muhtemel görünmüyor.

Onlar partiyi korumak için nasıl ki "güvenilir bir çift el" tercih ediyorsa Demokrat elitler ve "ihtiyar" liberaller de aynı şekilde Sanders'ın Ortadoğu için olduğu kadar sağlık sistemi ve insan hakları için de girişebileceği ahlaki savaştan  korkuyor. İsrail'le çatışmadan kaçınmakta da fayda var. Hem bu, Hilary Clinton'ın politikasıydı, değil mi? Sanders da son başkanlık seçimlerinde böyle yarışın dışında kalmış ve destekçileri "Hayır! Hayır! Hayır!" diye bağırırken en nihayetinde onlardan oylarını Hillary'ye vermelerini istemişti.

 

Robert Fisk'in tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Demokrat bir başkanın, Trump'ın yıkıcı Ortadoğu politikalarını öylece geri almasını beklemeyin, hele de o kişi Biden'sa

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU