Ortadoğu notları (4): Mayıs 1909'da Midyat’ta, Oxfordlu bir çöl kraliçesi

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Oxfordlu bir kadının Midyat'ta ne işi var?

Kim bu kadın, nerden gelip nereye gidiyor, kimi kimsesi; anası, babası, eşi, kardeşi yok mu?

Kadınların tek başlarına, Londra sokaklarında bile rahatlıkla gezemedikleri 1909 baharında; hangi rüzgar onu doğru düzgün yolun izin olmadığı Midyat’a, üstüne üstlük de Zaxoran dağlarına attı?

Midyat'ı anladık da, peki bu Zaxoran da neresi?

Ne Midyat'ta ne de Londra'da çöl var, neden kendisine 'Çöl Kraliçesi' deniyor?


Bunların hepsini merak etmekte ve sormakta haklısınız!

Önce Oxfordlu kadının kim olduğunu, sonra bu kadının Midyat hikayesini, daha sonra ise, 58 yıllık ömründe neler yapıp ettiğini anlatacağım.

Kadının adı Gertrude Bell!
 

Gertrude Bell.jpg
Gertrude Bell / Fotoğraf: Twitter


Gertrude Bell, 14 Haziran 1868'de İngiltere'de; Durham County kentinde doğar.

Demir madenleri olan zengin ve ayrıcalıklı sanayici bir ailenin kızı olarak hayata başlar.

Londra'da Queen's College'da öğrenim görür. O yıllarda kız öğrenci kabul etmeyen Oxford Üniversitesi Tarih Bölümü'ne, babasının ilişkileri sonucu, ricayla kabul edilir.

Gayri resmi kabulü nedeniyle, 1887 yılında mezun olduğu okuldan, uzun yıllar resmi diplomasını alamaz.

Oxford Üniversitesi'ni bitiren ilk kadın olarak tarihe geçer.

1891'de Farsça öğrenmeye başlar, üvey annesinin kız kardeşi Mary'nin eşi Sir Frank Lascelles'in İran'a Büyükelçi olarak atanması üzerine Tahran'a gider; İran tarih ve kültürünü yakından inceleme fırsatı bulur.

İran izlenimlerini anlattığı Safar Nameh (Sefername) adlı kitabı 1894'te, oldukça etkilendiği Fars Edebiyatı’nın ünlü şairi Şirazlı Hafız'ın şiirlerini ise 1897'de İngilizceye çevirerek yayınlar.

İran'da tanıştığı, Büyükelçilik Birinci Sekreteri Henry Cadogan ile evlenmek ister, ancak ailesi Cadogan'ın bozuk yaşantısı ve kumar borçları nedeniyle nişanlanmalarına izin vermez. Bunun üzerine Gertrude İran'dan ayrılır.

İran'dan ayrılmasından kısa bir müddet sonra nişanlanmak istediği Cadogan'ın ölümü, Gertrude'u derinden etkiler.

Arapça öğrenmeye başlayarak, 1897'den itibaren Türkiye, Mısır, Suriye, Irak ve Filistin'de arkeolojik geziler yapar. 

Kudüs'e ilk olarak 1899'da gider ve bir yıl kalır, Filistin ve Cebel-i Düruz (Dürzi Dağı) bölgesinde incelemelerde bulunur.

Gittiği her yer ve gördüğü her şeyle ilgili ayrıntılı notlar tutar ve resimler çeker...

Gertrude Bell'in CV'si tabii ki bu kadar değil! 

Biraz ara vererek, Midyat'a gidip, geldikten sonra, tekrar anlatmaya devam edeceğim.
 

Gertrude Bell Gertrude Bell Arşivi, Wikimedia Commons.jpg
Fotoğraf: Wikimedia Commons


Gelelim 'Oxfordlu kadın'ın Midyat hikayesine!

Gertrude Bell, Mayıs 1909'da Diyarbekir'e gitmek üzere, Bağdat'tan yola çıkar.

20 Mayıs 1909'da Midyat'a varır, şehrin içi ile köylerindeki tarihi ve arkeolojik yerleri gezmeye ve fotoğraflar çekmeye başlar.

24 Mayıs 1909'da Midyat'a yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki Hax Köyü'ne gider. Köy, çok eski bir Süryani yerleşim merkezidir. 

İncil'de geçen, Hz. İsa'yla görüşmeye giden Doğulu 3 Bilge Kral'ın hikayesinde bu köyün önemli bir yeri vardır.  

Bazı kaynaklarda, müneccim/kahin oldukları ileri sürülen bu 'Bilge Kralların', Kudüs'e doğru yıldızları takip ederek yollarına devam ederlerken; Hax'ta konakladıkları rivayet edildiğinden; köy oldukça ünlüdür.

Gertrude, Turabdin'de, 9 asır metropolitlik merkezi olan Mor Sobo Katedrali ile küçük, ancak mimari olarak dünyada ikinci bir benzeri olmayan ve 3 Bilge Kral'ın konakladıkları yerde yapıldığına inanılan, Hax Meryem Ana Kilisesi'nin fotoğraflarını çeker; köylülerden ve köyün papazından çevre ile ilgili bilgiler alır.

24 Mayıs Pazartesi gece yarısı köyün içine kurulan çadırında uyurken gürültüler duyar, gözlerini açtığında bir adamın hızla çadırdan çıkarak koşmaya başladığını görür, hemen kalkarak bağırmaya başlar.

Herkes derin bir uykudadır, kendini korumakla görevli nöbetçi iki asker de uyumuştur.

Başka bir çadırda uyumakta olan hizmetliler, rehberi Fattuh ve askerler uyanarak yardımına koşarlar ancak karanlıkta kaybolan adamı yakalayamazlar.

Bağdat'tan Midyat'a kadar yazdığı bütün notlarının bulunduğu defter başta olmak üzere, çizdiği planlar, fotoğraf filmleri, elbiseleri, cüzdanı ve diğer kıymetli eşyalarının çalındığını tespit ederler.

Olay yerine gelen Köy Muhtarı Melke ile diğer köylüler, olayın hükümete bildirilmesinin işi büyüteceğini, bölgenin önemli bir aşiret reisi olan Çelebi Ağa'dan yardım istenmesinin daha doğru olacağını söylerler. 

Kerboran Piskoposu da ağadan övgüyle bahsedince Gertrude Bell ikna olur.

(İsmail oğlu Çelebi Ağa, 1983'ten itibaren Milliyetçi Demokrasi Partisi, Doğruyol Partisi, Anavatan Partisi ve AK Parti'den 5 dönem Mardin milletvekilliği yapan Süleyman Çelebi'nin dedesidir.)

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Köyün papazı ve ileri gelenleri Hax'a, yaya 7 saat uzaklıktaki Mizizax Köyü’nde oturan Çelebi Ağa'ya haber göndererek yardım isterler.

Çelebi Ağa, aynı gün akşama doğru yöreye özgü beyaz fistan giymiş baştan aşağı silahlı 20 adamıyla birlikte köye gelir. 

Çelebi Ağa, çok az Arapça bildiğinden, tercümanlığını köyün papazı yapar, kahveler içilir.

Olayı Çelebi Ağa'ya bir kez daha kendi ağzından anlatan Gertrude Bell, 'Eğer eşyalarım bulunmazsa dünyayı köylülerin başlarına yıkarım' diyerek sözlerini bitirir.

Bir köylünün, Zaxoran köyünden 3 kişiyi gündüz çadırın etrafında gördüğünü söylemesi ve Bell'in bozuk paralarını koyduğu cüzdanının bir çoban tarafından Zaxoran yolunda, eldiveninin ise biraz daha ileride bulunması üzerine, araştırmalar Zaxoran üzerinde yoğunlaşır.

Hax Muhtarı Melke de şüpheliler arasındadır.

Çelebi Ağa, köylülerle konuşmak üzere kalkar, mahkeme köyün manastırının damında kurulur ancak gece boyu süren konuşmalara rağmen bir sonuç elde edilemez.

Sabah Rehber Fattuh, Çelebi Ağa ve adamları Zaxoran köyüne giderler. Gertrude Bell ise onlar dönene kadar yakınlardaki Deyrsalib Köyü'ne gider.

Akşama doğru Hax'a dönen Fattuh, hiçbir sonuç alamadıklarını söyleyince Bell, yanında bulunan askerlerden birini Midyat'a gönderir ve şikayette bulunur. 

Şikayet Midyat'tan, Diyarbekir Valisi'ne ve Diyarbekir'deki İngiliz Konsolosu Rawlins'e telgrafla bildirilir, onlar da durumu İstanbul'a aktarır.

Babıali, Diyarbekir Valisi'ne suçluların acilen bulunup cezalandırılması ve zararın tazmin edilmesi emrini verir.

Midyat'tan 10 polis ve 3 subayın kumandasında 50 piyade asker gelir. 

Çelebi Ağa da Zaxoran'dan 5 şüpheli getirir. Çelebi Ağa ve askerler tekrar Zaxoran'a giderler.

Ertesi gün kadın ve çocuklar da dahil tüm Zaxoranlıların hayvanlarıyla beraber dağlara doğru kaçtıkları haberi gelir.

Bu durumda bir sonuç alamayacağını düşünen Bell, 28 Mayıs günü Diyarbekir'e gitme kararı alır ve yola çıkmak için toparlanmaya başlar.

Hizmetliler hareket hazırlıkları yaparken, bir köylünün  'Eşyalarınız bulundu, eşyalarınız bulundu' diye bağırarak, yanlarına doğru geldiğini görürler.

Kampın karşısındaki tepelere koşan hizmetçiler eşyaları bir kayanın üzerinde, üst üste yığılı bir şekilde bulurlar. 

Para dışında her şey yerli yerindedir.

Oldukça sevinen Gertrude Bell, Çelebi Ağa'ya teşekkür için Zaxoran'a gittiğinde, gördükleri karşısında dehşete düşer.

Köyde tavuk ve horozlardan başka hiçbir canlı kalmamış, Çelebi Ağa ise zaptiyelerle birlikte dağlara kaçan sığırları getirmeye gitmiştir.

Çelebi Ağayı birkaç saat bekler, gelmeyince bir teşekkür mektubu yazarak, Midyat'a hareket eder. Midyat'ta kaymakam tarafından karşılanır.

Midyat'tan Diyarbekir'e giden Bell, Diyarbekir'de de önemli temaslarda bulunur.

1908'de Meşrutiyet'ten sonra, İttihatçılardan kaçarken ölen Viranşehirli Milli İbrahim Paşa'nın ikinci eşi Hacı Adile Hanım, Hıristiyan uşağı ile gelerek İttihatçıların tutukladığı çocukları için yardım etmesini ister.

Gertrude Bell'in, Mayıs 1909'daki Midyat macerası burada bitiyor. 


15-22 Nisan 1911'de ikinci kez Midyat'a gelir ve bu tarihten sonra da Ortadoğu'yu baştan sona dolaşmaya devam eder.

Suriye hatıralarını yazdığı 'The desert and The Swon' adlı kitabı 1907'de, Türkiye'de bulunan Bizans eserleri ile ilgili 'The Thousand and One Churches' adlı kitabı 1909'da; Türkiye'ye yaptığı gezilerle ilgili 'Amurath to Amurath' adlı kitabı ise 1911'de yayınlanır. 

Birinci Dünya Savaşı başlayınca İngiliz istihbaratına girer. O güne kadar kısmen ilişkili olduğu devletin, bundan sonra resmi elemanı olur.

Mısır'da bulunan İngiliz Yüksek Komiserliği'nin emrinde Lawrence ile birlikte Ortadoğu’da, operasyonel görevler üstlenir. Lawrence'ın manevi annesi olur.
 

Gertrude Bell ve Thomas Edward Lawrence Twitter.jpg
Gertrude Bell ve Thomas Edward Lawrence / Fotoğraf: Twitter


1907'de Konya'da tanıştığı ve eşinden boşanamadığı için ilişkilerini resmileştiremediği sevgilisi, İngiliz ordusu konsolos vekili subay Charles Doughty- Wylie'nin Nisan 1915'te Çanakkele Gelibolu'da ölümü; Gertrude'u derinden yaralar.

Uzun yıllar sevgilisini unutamaz ve hayatı boyunca evlenmez.

1920'de İngiliz Yüksek Komisyonu'nun Ortadoğu Sekreterliği'ne atanır, 1921 yılında Churchill'in emriyle Irak sınırlarını belirleyen 40 kişilik komisyonda tek kadın olarak yer alır.

Aynı yıl 'Mezopotamya'da Sivil Yönetimin İncelenmesi' (Review of the civil Administration in Mesopotamia) adlı kitabı yayınlanır.

Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'ın, 1921'de Irak Kralı olması için büyük çaba sarf eder.

Rolünün büyüklüğünden dolayı "Çöl Kraliçesi", "Irak'ın Taçsız Kraliçesi" ve "Irak'ı kuran kadın" olarak adlandırılan Gertrude Bell, 1923'te Irak İç İşleri Bakanı ve Kral'ın özel danışmanı Kinahan Cornwallis ile birlikte Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye sınırlarını belirler.

Anılarında çok da gizlemediği bir gururla "Bu sabah Bağdat'taki ofisimde bütün vaktimi Irak'ın güney sınırlarını belirlemekle geçirdim, çok güzel bir sabahtı. Bir daha kral tayin etme işine girmeyeceğim, fazlasıyla yorucu bir iş bu" diyerek, rolünü gözler önüne serer.

Osmanlı'nın 3 Vilayeti Musul, Bağdat ve Basra birleştirilerek 'Irak' diye sadece Sünni Arapların egemen olduğu suni/yapay bir devlet oluşturulur.

Kürtlerin lideri Süleymaniyeli Şeyh Mahmud Berzenci, İngilizlerle savaştığından Hindistan ve Madagaskar'a sürülür; Kürtler ve Türkmenler, "Yeni Irak"ta devre dışı bırakılır ve bir statüleri olmaz.

Gertrude Bell, 1923'te Bağdat Müzesini kurar, 1924'te Irak'ın ilk Anayasası'nı hazırlar.

12 Temmuz 1926 sabahı yatağında ölü olarak bulunur, ölüm sebebi intihar olarak açıklanır, öldürüldüğünü iddia edenler de vardır.

Büyük bir törenle kaldırılan cenazesine; içlerinde Irak Kralı Faysal'ın da bulunduğu çok sayıda Arap ve İngiliz lider katılır. 

Ölümünden sonra 1927'de mektupları (Letters of Gertrude Bell) iki cilt halinde yayınlanır.

Vasiyeti üzerine Bağdat'ta İngiliz Arkeoloji Enstitüsü kurulur, arşiv, günlük ve fotoğrafları Newcastle Üniversitesi'ne bağışlanır.


Gertrude Bell'in, Osmanlı'nın parçalanması ve Irak'ın kurulmasındaki rolü ne kadar önemli olursa olsun, en önemli yanı tüm hayatını nerdeyse saat saat kayıt altına alması ve yazmasıdır.

1600 adet detaylı mektup ile 16 adet günlük defterinin yanında, 1900-1918 yılları arasında çekilmiş ve ancak 1982'de ortaya çıkan, bulunabilen; aralarında Diyarbakır, Mardin, Hasankeyf, Midyat, Harran, Urfa, Ergani ve Silvan ile ilgili olanların da bulunduğu 7 binden fazla fotoğraf; muhteşem bir arşiv olarak, elektronik ortamda araştırmacıların hizmetindedir.

Midyat ile ilgili en eski fotoğrafları da Bell kaydetmiştir.

Tüm uğraşısına rağmen, 1929'da Antep Cezaevi'nde ölen dedesi Çelebi Ağa'nın mezarını bulamayan; Milliyetçi Demokrasi Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi ve AK Parti'den 5 dönem Mardin Milletvekilliği yapan Süleyman Çelebi, dedesinin eldeki tek fotoğrafına, Gertrude Bell'in arşivi sayesinde ulaşabilmiştir.
 

çelebi ağa.jpg
Gertrude Bell'in çektiği Çelebi Ağa'nın bilinen tek fotoğrafı 


Bugün Ortadoğu yine, yüz yıl önce olduğu gibi, karmakarışık ve perişan bir halde.

Bizim "Dünyaya nizamat verme" peşindeki "anlı şanlı" siyasetçilerimiz ise her gün başka bir yöne doğru koşuyorlar.

At koşturmaya çalıştıkları sahayı ne kadar tanıyorlar?

Günü kurtarmadan başka bir stratejileri var mı?

Ellerinde hangi bilgi ve belgeler var?

Geçmişte kaç Gertrude Bell'imiz vardı, bugün kaç Gertrude Bell'imiz var?

1913'te, İngiltere'de petrol haritalarının yayınlandığı bir dönemde, Kuveyt'i İngilizlere veren Osmanlı Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa; "Basra Vilayetimize bağlı küçük bir balıkçı kasabası olan Kuveyt için İngiltere ile kavga edemeyiz" diyordu.

Bugün de, Türkiye siyaseti 'Mahmut Şevket Paşa'larla dolu!

Bizim Zaxoranlılara gelince;

Birkaç parça eşya ve birkaç kuruş para ile ilgileneceklerine Gertrude Bell'le 'ilgilenselerdi' belki de bu işler başımıza gelmezdi!

"Sen ne diyorsun! 

Koskoca valilerin, vezirlerin, paşaların, padişahın bile ne olup bittiğini anlamadığı; anlayan birkaç 'divanenin' de hiçbir şey yapamadığı 1909'da, gariban Zaxoranlılar ne yapsın?" diyorsanız, yerden göğe kadar haklısınız!

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU