Sömürgecilik 3.0: İlki "medenileştirme", ikincisi "kalkındırma", üçüncüsü ise "çağ atlatma" ambalajıyla geldi

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP - Issouf Sanogo

Afrika ülkelerinin bağımsızlığını kazanmasının sembol şahsiyetlerinden, Gana’nın ilk Devlet Başkanı Kwame Nkrumah, daha 1960’lı yılların başında “yeni sömürgecilik” kavramını ortaya atmıştı. 

Bu bağlamda Nkrumah, kıtanın “yeni ve gelişmiş yöntemlerle” yağmalanmasının devam ettiğini kaydetmişti. Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen Nkrumah’ın ikinci aşamasına dikkat çektiği sömürgecilik varlığını sürdürüyor. 

Kıtanın ilk olarak 1800’lerin son çeyreğinde sömürge yönetimlerine dönüştürebilmesinde Afrika halklarının “medenileştirilmesi” mazereti kullanıldı.

1960'lı yıllarda bağımsızlığını kazanan Afrika ülkeleri üzerindeki ekonomik ve siyasi kontrolün muhafazası için bu defa, “kalkınma ortaklıkları”nın gerekliliği vurgulandı.

Bu çerçevede çoğunlukla eski sömürgeci güç tarafından sağlanan kalkınma yardımları, ekonomik açıdan kırılgan durumda olan kıta ülkelerinin dümen suyunda tutulmasını sağladı. 

Son yıllarda ise üçüncü nesil sömürgecilik olarak nitelendirebileceğimiz yeni bir olguyla karşı karşıyayız. Bu bağlamda Afrika’nın dijital devrim trenini yakalayarak gelişmiş ülkelerle arasındaki kalkınma açığını kapatabileceği tezleri dillendiriliyor. 


Sıçrama/çağ atlama kavramı nedir? 

İngilizcesi “leapfrog” olan ve Türkçe’ye sıçrama/çağ atlama olarak tercüme edebileceğimiz bu anlayışa göre Afrika’nın, gelişmiş ülkelerin geçtiği kalkınma aşamalarının tamamını geçmesi gerekmediği, dolayısıyla sanayileşme ve endüstrileşme olmaksızın dijital devrimi yakalayarak kalkınabileceği belirtiliyor. 

Bu çerçevede özellikle bilgi-iletişim teknolojileri ile yenilikçi enerji kaynaklarının, üretime dayalı kalkınma modelinin takip edilmesi zorunluluğunu büyük ölçüde ortadan kaldırdığı öne sürülüyor.

Hatta ABD’nin saygın eğitim kurumlarından olan Tutfs Üniversitesi akademisyenleri tarafından Afrika Sıçrama İndeksi (African Leapfrog Index) bile hazırlanmış durumda. 
 

reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters/Thomas Mukoya


Söz konusu indeks ve benzeri analizlerde, Kenya’da başlayarak kıtaya yayılan mobil para (M-Pesa) uygulaması, güneş panelleriyle kıtanın en ücra köşelerinde dahi elektriğe erişimin mümkün hale gelmesi, cep telefonu teknolojisinin hızla yaygınlaşması ve dolayısıyla internete erişim olanağının artması, Afrika’nın çağ atlayabileceğine/atlamakta olduğuna kanıt olarak gösteriliyor.

Bu değişimin internet üzerinden çalışma, bilgi iletişim hizmetleri ve e-ticaret gibi yeni hizmetler sektöründe yeni iş fırsatları ortaya çıkaracağı kaydediliyor. 

Dünyamızın halihazırda yaşanmakta olan dijital devrimle şekilleneceği bir gerçek. Önümüzdeki on yıl içerisinde muhasebecilik, şoförlük, kasiyerlik, fabrika işçiliği, banka memurluğu, pilotluk gibi çok sayıda mesleğin ortadan kalkması veya dönüşmesi, pek çok iş kolunun otomasyona geçmesi bekleniyor.

Hatta şimdilerde çok konuşulan yapay zeka bağlamında gün geçtikçe gelişen makine öğrenmesi, derin öğrenme ve meta öğrenme gibi olguların ortaya çıkaracağı siyasi, ekonomik ve sosyolojik köklü değişimin boyutları hesap dahi edilemiyor. 
 

reuters
Fotoğraf: Reuters

 

Sıçrama söylemi gerçekçi mi? 

Ancak, Afrika ülkelerinin bu değişim sürecinden ciddi kazançla çıkabileceğini beklemek, hatta sıçrama yaparak kalkınmalarını tamamlayacaklarını iddia etmek fazla iyimser bir yaklaşım gibi duruyor.

Zira Afrika’da gerçekleştiği belirtilen ve kıtanın dünyanın geri kalanıyla arasındaki teknolojik ve dijital açığı kapattığına delil sadedinde dile getirilen tüm gelişmeler, esasen altyapı eksikliklerinin bir şekilde telafisine dayanıyor. 

Örneğin, mobil para uygulamasının cep telefonu hizmetleriyle birlikte yaygınlaşması, kıtada bankacılık sektörünün gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor.

Çok basit bir uygulamayla abonelerinin bu ihtiyacını karşılayan mobil operatörler, bu alandaki kazanç fırsatını da değerlendirmiş oluyor.

Yine çokça zikredilen Ruanda’da acil kan ihtiyaçlarının karşılanması için insansız hava araçlarının kullanılıyor olması da altyapı eksikliğinin bir şekilde aşılması kaygısının neticesi.  

Öte yandan, teknolojinin sürdürülebilir kalkınmayla mezcedilmesini savunan Kenyalı saygın akademisyen Calestous Juma’nın da dikkat çektiği üzere sıçramanın gerçekleşebilmesi için Afrika’nın altyapı açığının devasa boyutlarını hesaba katmak gerekiyor.

Örneğin kıta nüfusun yarıdan fazlasının (yüzde 55) elektriğe erişim imkanı bulunmuyor. Afrika’nın altyapı ihtiyacının karşılanabilmesi için her yıl 70-100 milyar dolar yatırım yapılması lazım geliyor. 
 

  Okur-yazarlık Elektriğe erişim İnternete erişim Ar-Ge bütçesi
Sahra-Altı Afrika 65,5 44,6 25,0 0,4
Doğu Asya-Pasifik 95,6 97,8 55,0 2,0
Latin Amerika ve Karayipler 93,8 98,1 63,2 1,5
Kuzey Amerika 99,0 100,0 87,6 2,2
Avrupa Birliği 99,0 100,0 84,0 2,0
Kalkınma alanında bazı oransal veriler. Kaynak: Dünya Bankası (2017-2018)


Konumuzla ilgisi bakımından dijital teknolojilerin gelişmesinin motoru olan Araştırma-Geliştirme (AR-GE) bütçesine bakacak olursak, UNESCO verilerine göre, Sahra-altı Afrika’nın 49 ülkesi ortalama olarak bütçelerinin sadece yüzde 0,4’ünü AR-GE’ye ayırıyor.

Verimliliği ayrı bir tartışma konusu olan 6,8 milyar dolar tutarındaki bu rakam, tek başına İsrail’in AR-GE bütçesinin yarısından az bir rakama tekabül ediyor.

Dahası, hemen tüm sektörlerde olduğu gibi, dijital teknolojiler alanında da en belirleyici unsurlar yetişmiş insan gücü ve ölçek ekonomisi.

Afrika ülkelerinin eğitim sisteminde yetişen mühendislerin gelişmiş ülkelerdeki muadilleriyle rekabet edebileceğini kabul etsek dahi, bu yetenekler farkedilir edilmez, vatandaşı oldukları ülkelerin kendilerine sunabileceğinin çok ötesinde imkanlarla “Silikon Vadisi”ne veya benzeri teknoloji merkezlerine “transfer” ediliyorlar.

Hatta ülkelerinde yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, sözkonusu bireylerin “bonservisi elinde” olarak gelişmiş ülkelere en başından transfer olmasına neden olabiliyor.

Örneğin Sahra-Altı’nın en gelişmiş ülkesi olan Güney Afrika’nın dahi her yıl ülkede mezun olanların sayısı kadar tecrübeli mühendisini göç nedeniyle kaybettiği bir vakıa.

Nihai tahlilde yetenek, sermaye ve teknolojiyi birleştirerek ölçek ekonomisi oluşturan Silikon Vadisi gibi büyük merkezler karşısında Afrika ülkelerinin varlık gösterebilme imkânı bulunmuyor. 

Öte yandan Afrika ülkeleri, dijital temelli bilgi iletişim teknolojilerini topluma ne kadar mal ederse etsin, kendisi yenilikçi ürünler oluşturmadığı sürece salt kullanıcı/tüketici olarak kalacağa benziyor.

Zira, konu ister güneş paneli olsun ister insansız hava aracı, ister e-devlet uygulamaları olsun ister online satış ve dağıtım hizmetleri, pazarlanan ve kullanılan ürünler kıta içerisinde üretilmediği ve altyapı eksiklikleri giderilmediği sürece bilgi-iletişim teknolojilerinin yaygınlaşmasının, Afrika’nın gelişmiş ülkelerin “pazarı olma” durumunu daha da ağırlaştıracağını kabul etmek gerekiyor. 
 

afrika.jpg
Fotoğraf: theneweconomy.com

 

Çağ atlama mı yoksa siber sömürgecilik mi?

Bu husus bizi yazının başlığında da değinilen kıtanın üçüncü nesil sömürgeciliğe maruz kalması gerçeğine yönlendiriyor.

Zira bu olgu bağlamında geleneksel sömürü alanları olan doğal kaynaklar, sermaye ve insan gücünden ziyade bilginin kontrol ve kullanımı hedefleniyor.

Dolayısıyla dijital veriler en değerli kaynak haline geliyor. Bu minvalde dünyanın arifesinde bulunduğu ve dördüncü endüstri devrimi olarak adlandırılan yeni dönemde geleceğe yön verecek yapay zeka, makine öğrenmesi, büyük veri gibi olgular tartışılıyor. 

ABD ve Çin başta olmak üzere bu alanlara yatırım yapan ülkeler, bahsekonu alandaki teknolojik kapasitelerinin gelişebilmesi için mümkün olan en fazla ve değişik türde veri madenciliği yapıyor.

Yapay zeka alanında önde gelen isimlerden Çin doğumlu ABD vatandaşı Andrew Ng, amacı sadece veri toplamak olan uygulamalar geliştirilip piyasaya sürüldüğünü belirtiyor. 

Bu çerçevede Afrika, sömürge idarelerinin ilk kurulduğu dönemdekine benzer şekilde, ancak bu defa “modern” el değmemiş kaynaklarıyla, yani kıtada üretilen ve internet üzerinden paylaşılan verilerle büyük resme dahil oluyor.

Mevzuat altyapısı zayıf olan Afrika ülkelerinde bireylerin DNA başta olmak üzere biyometrik bilgileri, ekosistemler ve sosyolojik olgular hakkında veri toplanması zor görünmüyor.

Hatta kıtanın veri madenciliğine olanak sağlayacak teknolojileri absorbe etmesi sıçrama/çağ atlama söylemiyle teşvik ediliyor. Örneğin Afrika’da insanlara sağlık taraması yapan, teşhis hizmeti sunan ve tedavi tavsiyelerinde bulunan “ücretsiz uygulamalar” yaygın olarak kullanılıyor. 

Bu ve benzeri veriler bir taraftan mevcut yapay zeka geliştirme süreçlerinin yakıtı olarak kullanılırken, diğer taraftan bu bilgileri ellerinde bulunduran güçlerin kıta ülke ve toplumlarına nüfuz etmelerini ve onları yönlendirmelerini kolaylaştırıyor.

Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nden Eleonore Pauwels dijital süper güçlerin, sahip oldukları bilgilerle, kendilerine mukavemet etme imkanı kısıtlı olan veya hiç bulunmayan Afrika ülkeleri üzerinde tıbbi, sosyolojik, ekonomik, ekolojik ve güvenlik gibi birçok alanda hakimiyet kurma yeteneği kazanabileceği, bir anlamda siber sömürgecilik uygulayabilecekleri uyarısında bulunuyor.

Bahsekonu güçlerin Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’ya ait verilere erişime ve bu verileri ticareti amaçlı kullanmaya öncelik verdikleri biliniyor. 


Ümit var mı?

İlk olarak, dijital teknolojilerin kıtada yaygınlaşması, bu alanla bağlantılı belli bir tüketim tarzını empoze ettiği gibi, yaygınlaşma arttıkça Afrika’nın “bağımlı tüketici” kimliği de güçleniyor. 

İkincisi, sanayi üretimi ve yenilikçilik kapasitesi düşük olmasının yanı sıra, kendi üretmediği teknolojinin müşterisi olan kıta için sıçrama, tabiri caizse ilk 10 iPhone modelini almamış birisinin iPhone 11’i almasına benziyor.

Bu anlamda kârı daha önceki modellere harcama yapmamış olmaktan öteye gitmiyor. 
 

a.jpg
Fotoğraf: Reuters - Feisal Omar


Üçüncüsü, Afrika ile kalkınmış ülkeler arasındaki dijital açığın kapanıyor olduğu savı gerçeği yansıtmıyor.

Zira dünyanın şimdilerde yapay zeka, büyük veri, makine öğrenmesi, robot teknolojileri gibi birçok alanda dev adımlarla ilerlediği bir ortamda Afrika ülkelerinin artık sıradanlaştığı söylenebilecek birkaç teknolojiyi edinmiş olmasının sıçrama anlamına gelmeyeceği açık.  

Bu çerçevede çağ atlama/sıçrama söylemiyle Afrika’da yaygınlaştırılan dijital teknolojiler, kıta ülkeleri ve halklarına ait verilerin toplanmasına olanak sağlıyor.

Bu bilgilerin gelecekte ilgili toplumların ekonomik, siyasi ve psikolojik olarak kontrol edilmesinde kullanılabileceği dillendiriliyor. 

Örneğin ABD’ye benzer şekilde son birkaç yıl içerisinde Afrika ülkelerinde yapılan bazı seçimlerin sosyal medya üzerinden manipüle edilmeye çalışıldığı basına yansımıştı. Benzer bir durum ekonomik alanda da söz konusu.

Bu minvalde dijital teknoloji uzmanları Adam Reese ve Ramesh Srinivasan, Facebook’un 2020 yılında piyasaya sürmeyi planladığı “Libra” adlı sanal paranın Zimbabwe gibi ekonomisi kırılgan ülkelerin gayrıresmi para birimi olabileceği ihtimaline dikkat çekiliyor.  


Kurban sadece Afrika mı?

Yeni nesil sömürgecilik sadece Afrika ülkeleri için sözkonusu değil elbette. Yükselen güçler olarak tabir edilen Türkiye, Meksika, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin de halihazırda tanık olduğumuz dijital devrime ayak uydurmak için ekonomik yapılarını uyarlamaları lazım geliyor.

Zira yapay zekayla gelişecek ileri otomasyonun gelişmekte olan ülkelerin ucuz işgücü olma avantajlarını ortadan kaldırabileceği ifade ediliyor.

Dolayısıyla, önlem alınmadığı takdirde dördüncü endüstri devrimini kaçıracak tüm ülkelerin, gelişen teknolojilerin son kullanıcısı ve pazarı olarak kalmaları bir yana, ekonomik ve siyasi bağımsızlıklarının da daha önce hiç görülmemiş bir tarzda erozyona uğrayabileceğini görmek gerekiyor.

Treni kaçırmamak veya zararı en aza indirebilmek için iyi yönetişim (demokrasi, hesap verebilirlik, şeffaflık), elverişli bir yatırım ortamı, gelişmiş bir altyapı, yetişmiş insan gücü, know-how ve yenilikçilik faktörlerin hepsinin bir arada bulunması ve birbirini desteklemesi zaruret arzediyor.

Öte yandan, halihazırdaki durum ve gidişat muvacehesinde bu koşulların gerçekleşmesini beklemenin de aşırı iyimserlik olduğu açık.

Yine de, tüm olumsuzluklara rağmen, fay hatlarında biriken enerji gibi, kıta toplumlarında gittikçe artan değişim arzusunun itici gücüyle bazı atılımların hayata geçirilmesinin de mümkün olabileceğini düşünüyorum.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU